HÜZÜN…

Yazar: Sevde Nur BEYAZ

"İnsan hüzünlendiğinde yazar..." diyen biriyle tanıştım. Engin düşüncelere sürükleyen bu cümle saçma geldi bana. 

Son zamanlarda kafamı çevirdiğim her yerde var bu hüzün. Gözüme değen her insanın sözlerinde, elime değen her yüreğin köşesinde... Kokusunu alabiliyorum hüznün, şehrim hüzün kokuyor. Rengi değişti şehrimin. Artık hüznün ve acziyetin sarımtırak tonu hakim her sokağın başına. Gezip gördüğünüz yerlerde çürümüş ahların kokusunu alıyorsunuz artık. Her biri bir yere savrulmuş hayaller takılıyor ayaklarınıza. Düz yürümek mümkün değil bu şehirde. Bir yere odaklanamazsınız. İllaki bir yarım kalmışlık böler sizi. Öncesini hatırlayamadığınız için her sokağa ilk defa giriyor gibisiniz. Hepsinde kayboluyorsunuz. Bulunmak büyük lütuf... Tanıyamıyorsunuz büyüdüğünüz şehri. Yabancı geliyor kahkahalarınızla inlettiğiniz sokaklar. 

İnsanlar pimi çekilmiş bomba gibi her an patlayacakları gülüşlerinden belli. Hüznü maskelemeye çalışmak bu olsa gerek. Olmuyor dostum olmuyor, hüzün dolu şehrim. Sınırından geçince ağlamalar tutuyor sizi. Hiç olmazsa gülerken akıyor yaşlar. Mutlaka bir yerde esiri oluyorsunuz yarım kalmışlığın. Fakat yazamıyorsunuz. O kelimeler dökülmüyor kaleminizden. Mürekkep öylece boca oluyor sayfaya.

Adım başı yangın yeri şehrimde. İsin kokusu deliyor ciğerimizi. Şimdi artık bana ait olmayan evimin önünden geçiyorum. Yabancısıyım yıkıntının. Köşeleri bile değişmiş şehrimin. Koca bir düzleme dönüşmüş. Her yer çok yakın ama bir o kadar uzak... Git git bitmeyen yollar, korku veren metruk binalar, moloz yığını arsalar... Her yanı hüzün bu şehrin ama tek kelime dökülmüyor ruhumdan. Acım zulmetmek için sabrediyor. Bazen en fırsatsız anımda bedenimi ele geçireceğini düşünüyorum. Beni yerden yere vuracak bu hüzün bulutunu bekliyorum fakat öyle inatçı bir hal almış ki ipucu dahi vermiyor bana.

Yerin dibini de gördüm, göğe yükselişi de... Her ikisi de kaleme alınmalı, destanlaştırılmalı ama yine de olmuyor. Gelmesi gereken gelmiyor. Kurak bir toprak gibiyim. Parça parça her yanım, bir damla suya muhtaç ruhum. Bir aksa gözyaşlarım biliyorum, dökülecek kalemimden hüznün en saf hali. Sanırım bir parça samimiyet bekliyorum, bir parça yürekten sarılma, bir parça içten acıyı paylaşma isteği... Bütün bunlar yumuşatacak toprağımı, tekrar çiçekleneceğim biliyorum. Hissediyorum bunu.

Duyar gibiyim aklınızdaki soruyu: Ortak acılarının olduğu insanlar neden sana iyi gelmiyor... Çünkü onlar da benim gibi. Hepimiz bir parçamızı bıraktık toprak altında. Toprak birçoğumuzu tekrar doğurdu, bazılarımız eksik doğduk. Ruhumuz kaldı içerde. Gözlerimizdeki ışıltıyı söndürdü toz bulutları. Gülüşlerimiz samimiyetsizleşti. Nefes alışlarımız hırıltılı. Saldırmaya onay bekleyen kurt sürüsü gibiyiz. Birbirimizi parçalayıp hıncımızı almamız an meselesi. Belki de bunu yapmamak için büyük çoğunluğumuz sürekli mezar taşlarının başında. Belki de kinimize yenik düşmemek için sahte gülümsemeler takınıp tahammül ediyoruzdur birbirimize. Birine gerçekten susabilir miyiz bu saatten sonra? Umursamaz olduk... Tahammülsüzleştik... Sevgisizleştik... Sessizleştik... Omuzlarımızda kimsesizlik küfesi, boynumuz bükük, ruhumuz sakat, bakışlarımız buğulu, sesimiz kısık...

Gömülmeyi bekliyoruz. Birbirimizin acılarını saracak ne vaktimiz ne insanlığımız kaldı. İşte bu yüzden düzelemiyoruz. İşte bu yüzden birbirimize yardımcı olamıyoruz. Bunu yapmayı tercih ettiğimizden değil kendimizi o girdapta bulduğumuzdan. Yoksa özünde iyi insanlarız. Birbirimize saygı duyarız, sevgi doluyuz, birinin yardıma ihtiyacı olsa elimizden geleni yaparız.

Yani önceden yapardık. Ölmeden önce...

0 Yorumlar