ÜÇ BUÇUK

Yazı: İbrahim Karaca - Furkan Göregen

Berbat bir sabaha daha uyandı. "Bu böyle gitmez!" diye geçirdi içinden. Üç gün bitti. O kadar uzundu ki üç yıl gibi geldi. İçi içini yiyordu. Dayanamadı.  Artık neden orada olduğunu soracaktı. Orada o adamlarla ne işi olduğunu anlatmalıydı. Yıllara dayanan arkadaşlıklarının hatırına bunları bilmeliydi. Çünkü o da bir köşesinden pisliğe bulaşmıştı ne kadar bulaşmak istemese de. Ayaklandı. Ayakkabılarını giyip kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz karşısında Arif'i gördü. Yüzüne yediği yumruğun izi hala sıcak görünüyordu. Yavaştan kabuk bağlamaya başlamış. "Nerelerdesin sen? Öldün mü? Kaldın mı? Üç gündür yoksun." Ne kadar rahattı. Nasıl böyle davranabiliyordu?  "Suratına ne oldu?" diye sordu. Tatlı bir tebessümle "Ufak bir kaza diyelim." deyip olayı geçiştirdi Arif. Yola koyuldular. Bir müddet sessiz sedasız yola devam ettiler. Bu sessizliği "Neden bana yalan söylüyorsun?" sorusu bozdu. "Ne yalanından bahsediyorsun?" dedi Arif. "O akşam ahırda olanlardan...". "Ne ahırı?" dedi. "Beni aptal yerine koyma Arif, anlat o adamlarla ne işin var?" dedi gözlerinin içine bakarak. Arif sinirliydi. İlk kez bu kadar sinirlendiğini gördü onun ve karşısına dikilip gözlerine bakarak: "Anlat bana!" dedi. O an Arif'in gözlerinde bugüne kadar görmediği bir boşluk gördü. O kadar karanlıktı ki daha fazla bakamadı. Ama Arif gözünü bile kırpmıyordu. "Gerçekten bilmek ister misin?" dedi Arif. "İstiyorum." diye yanıtladı. Arif derin bir nefes aldı. "Bak! Her şeyin bir bedeli vardır bu hayatta. Bunun bedeli belki de bizim arkadaşlığımız olabilir. Benim yaptıklarıma aklın ermez. Erse de gönlün el vermez. Bugüne kadar hep güllük gülistanlık günler geçirdik seninle. Sen dünyanın aydınlık tarafındaydın, bense sadece seninle birlikte geçirdiğim o güzel anılarda uğradım oralara. Neyse, geçen geçti zaten. Geçmişi geçmişte bırakmak gerektiğine inanırım. Bu arada senin işi de hallettim sayılır. Kafan rahat olsun! Şimdi yine soruyorum. Her şeyi bok edecek olmasına rağmen bilmek istiyor musun neden o gün orada olduğumu?". Arifin bu sözleri kurşun gibi saplandı içine. Gerçekten olanı biteni bilmesi şart mıydı? Hem artık tedirgin olmasına da gerek yoktu. Arif adamlarla gayet net konuşmuştu o akşam. Hem kendisi de dedi halletmiş işte, ne gerek var her şeyi bilmeye? Bir tane arkadaşı var zaten her koşulda omuz yaslayabileceği. "Omuz yaslayabileceği". Bu cümle onun bütün düşüncelerini allak bullak etti. Arif de ona omzunu yaslayabilir miydi? Bu izlenimi vermiş miydi? Vermemişse de Arif'i bu işin içinden çıkartmak istiyordu. Suratına ciddi ve korkusuz bir şekilde baktı. "Bu anlatmadığın hayatından memnun musun?" "O kadar memnun olsam senin yanında ne işim var." dedi Arif. "O zaman anlatmaya başla! Seni bu işin içinden çıkartmak istiyorum" dedi ve dinlemeye koyuldu.

"Çocuk yaşlardayken alengirli filmleri ve dizileri izlemeyi çok severdim. Hırsızlık, kaçakçılık, para aklama tarzı filmler hep dikkatimi çekerdi. Bana çok heyecanlı, eğlenceli ve aksiyonlu gelirdi. Çocuksun işte, o yaşlarda aklın pek ermiyor. Ben de o çocuk aklımla merak sardım bu tarz işlere. Bizim her zaman gittiğimiz bakkal Nedim amcayı hatırlarsın. Çok emeği vardır üzerimizde elbet ama bir o kadar da huysuz ve aksi bir adamdır. Bir gün bakkaldan bir elma şekeri almak istedim. Aslında param var ama tam değil, üç beş kuruş eksik. Nedim amca başladı huysuzlanmaya: Yok efendim üç beş kuruş üç beş kuruştur, bu dükkan hep o üç beş kuruşlarla dönüyor zaten haberin var mı, paranı tamamla öyle gel, elindeki paraya şunu alabilirsin vs vs. Ben elma şekeri istiyorum ama arkadaş. İlla olmaz da olmaz. Sen bilirsin Nedim amca dedim, elma şekerini aldığım gibi neticeme vura vura kaçtım. Nedim amca ise peşimden, kaçma gel buraya seni haylaz yumurcak diye diye kovalamaya başladı haliyle. Dediğim gibi çocuğuz. Benim iki adımım Nedim amcanın bir adımı. Beni kesin enseleyecek demeye kalmadan bir ses duydum. Psst. Sağıma soluma baktım kimsecikler yok. Tekrar işittim. Psst, telefon kulübesinin oradayım. Kasketli, siyah atkılı, siyah eldivenli ve uzun siyah paltolu bir adam telefon kulübesinin içinden bana bakıyordu. Buraya gel dedi. O küçücük ayaklarınla nereye kadar kaçabilirsin? Ben seni saklarım. O an yaşadığım stresi anlatamam. Kafamda tonlarca soru, arkamda beni enselemeye çalışan Nedim amca ve şimdi de bu siyah gizemli adam. Adrenalin seviyem tavanda diyebilirim. Korkudan üç buçuk atıyordum. Denize düşen yılana sarılır derler ya benim de o an aklıma başka bir çözüm yolu gelmedi. Siyah paltolu gizemli adama güvenmeliydim. Başka çarem yoktu. Ya enselenecektim ya da saklanacaktım bir şekil. O kadar çok koşmuştum ve nefes nefese kalmıştım ki akciğerlerimi burnumda hissediyordum. Son bir gayret attım kendimi telefon kulübesinin içine attım ve siyah paltolu gizemli adam beni paltosunun içine sakladı girer girmez. Nedim amcanın sesini işitiyordum. Az önce gözümün önündeydi nereye gitti bu kerata dediğini duydum. Neyse o yine gelecek elbet benim dükkana. Ben o zaman gösteririm ona Nedim amcasının dükkanından elma şekeri çalmak neymiş dedi ve gerisin geri dükkanının yolunu tuttu. Aferin sana dedi siyah paltolu gizemli adam. Çok cesurdun, aferin. Çalmak kolay iş değil. Hızlı olman ve şehrin tüm sokaklarını adın gibi bilmen lazım. Bu yaptığına başlangıç diyelim. Her şey merakla başlar. Bu iş de böyle. Bir başladın mı, o stres ve adrenalin dolu koşuşturmayı bir kere yaşadın mı, kolay kolay bırakmak istemiyorsun. Seni başından beri izledim. Bakkala girişin, tartışman, Nedim amcanın huysuz ve aksi tavırları... Hepsini gördüm. Ve sen haklıydın. Üç beş kuruşun lafını yapacaksa iki elma şekeri için, o elma şekerini hak etmiyor demektir Nedim amcan. Bu dünyada Nedim amcan gibi kazandığı parayı hak etmeyen tonlarca insan var. Biz de onların hak etmediği paraları onlardan alıyoruz. Hak edenlere veriyoruz. Robin Hood' u hiç okudun mu? Ne saçmalıyor dedim içimden. Tamam bana yaptığı bir güzellik olabilir ama Nedim amcama da laf ettirmem. Huysuzdur, aksidir ama iyi kalpli bir adamdır benim Nedim amcam. Bize her zaman yardımı dokunmuştur. Yeri geldiğinde para dahi almadığı zamanlar olmuştur. O gün sadece biraz huysuzdu ve ben de kendimi çok fazla aksiyon filmlerine kaptırmıştım o kadar. Yoksa tabi ki Nedim amcanın hakkı o para. Ah Nedim amcam dedim içimden. Koca adamı da koşturdum buralara kadar bu yaşta. Bakkala gidip özür dilemem gerektiğini düşündüm. Yardımınız için teşekkürler dedim ve telefon kulübesinden ayrıldım. Yolun üzerindeki ufak tefek taşlara vura vura, aklımda tonlarca soru eşliğinde, başım öne eğik bir şekilde, yürüyordum bizim mahallenin sessiz sokaklarında.  Bakkalın önüne geldiğimde kaldırdım kafamı. Gördüklerime inanamadım. Nedim amca bakkalın önünde çaresizliğin verdiği acıdan olsa gerek, hüngür hüngür ağlıyordu. Ardında boş bir dükkan vardı. Nedim amca ben... dedim. Otur şöyle dedi. Bakkalın önüne koyduğu misafir taburesini çekti önüme. Nasıl bırakırım dedi. Koskoca dükkanı nasıl bırakırım sahipsiz. Ah akılsız kafam ah! Nasıl anlatırım? Ne derim ben şimdi? Dükkanda bir tek eşya bile kalmamış. Hepsini götürmüşler. Siyah paltolu gizemli adam? Hayır dedim içimden. Bu bir şaka olmalı. O yapmamıştır. Yapmamıştır değil mi? Ben hemen geliyorum Nedim amca dedim ve tıpkı bakkaldan kaçışım gibi neticeme vura vura koştum telefon kulübesinin oraya. Siyah paltolu gizemli adam yoktu. Tam arkamı dönecekken çıktı karşıma. Sen de artık bu işin içindesin dedi. Seni izlediğimi söylemiştim. Hırsızlığa olan merakını arkadaşlarınla konuşurken öğrendim. Meyilin vardı zaten anlayacağın. Ben ise bir aksiyon bekliyordum senden. O aksiyon da bugün geldi işte. Sayende Nedim amcanı hiç bırakmadığı o boktan dükkanından uzaklaştırdık ve tüm malzemelerini çaldık anında. Artık ya bizimle bu işe devam edersin, seni saklarız ya da yarın polis amcalara anlatırsın derdini dedi. Çocukluğun verdiği toyluk, cehalet ve suç işlemenin vermiş olduğu acizlikle, polisi karıştırıp da annem babamın da canını sıkmamak adına kabul ettim teklifini ve o gün bugündür çıkamadım bu bok çukurundan. Ama az kaldı, her an gücü elime alabilirim. Bir iki işim daha kaldı. Halledip kurtulacağım artık bu Allah'ın cezası beladan." Tüyleri diken diken oldu duydukları karşısında. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Sol omzuna hafifçe dokunmakla yetindi. Denilecek söz yoktu. Bu durumda sadece yanında olmak gerekiyordu. Sessiz sedasız yanında durmak. Varlığı ona güç verirdi belki diye düşündü. Bir müddet sessiz sedasız yürüdüler. "İyi ki varsın, kardeşim benim" dedi Arif. "Kusura bakma, bunları sana önceden söylemem gerekirdi. Senin sıcaklığın, insanlığın ve samimiyetin bana insanlığımı hatırlattı geçirdiğimiz her güzel anıda. Karanlığın soğuk sularında boğulmadım. Kapılmadım o asi ve dengesiz rüzgara. O bataklıktan varlığın çekip çıkardı sürekli beni. Saflığın ve duru güzelliğin insanlığın ölmediğini hatırlattı bana. Sen var ol her daim!" Gözlerinden dökülen yaşa hakim olamadı. Aslında bugüne kadar ona söylemesi gereken cümleleri hiç beklemediği bir anda o ona söylemişti. Karmaşık duygular içerisindeydi. "Sen de iyi ki varsın kardeşim benim!" dedi ve sarıldı dünyadaki tek dostuna bizim bir buçuk. O meşhur çınarın altına gelmişlerdi. Her zaman buluştukları yere. Oturdular asırlık çınarın kalınca köklerinden birine ve seyretmeye başladılar şehrin ve denizin muhteşem manzarasını. Derken bir ses işittiler: "Ben geldim". Bir buçuk gözlerini çevirir çevirmez olduğu yere mıhlandı... 

Devamı haftaya gelecek..

Önceki hikaye>>

0 Yorumlar